TOPLUM ODASINDA

Kabile

Kabilem” çerçevesine eskiden mensubu olunan köy, kabile, aşiret vb. asılırdı, herkes de yerini bilirdi, mutlu mesut yaşardı. Medeni yaşam, şehirleşme, çekirdek aileye küçülme, kafaları karıştırdı. Medeni toplumlar yaptıkları araştırmalarında dalga geçer gibi, geri kalmış toplumların daha mutlu olduğunu buluyorlar. Şehirleşmeyle birlikte kabile kalmadı ama, çerçeve duruyor. Herkes kendine göre uygun bulduğu bir resim asıyor. Kimi mahalle, okul, asker arkadaşlarının resmini asar, onlarla birlikte olduğunda çok mutlu olur, sürekli bir araya gelirler. Kimi aşiretinin resmini asar, örneğin kan davası adına yaşamını veya yıllarını düşünmeden feda edebilir. Kimi takımının ve taraftarlarının resmini asar, fanatik taraftar olur, bağırır, kavga eder, cinayet bile işler. Taraftar gazetelerinin en çok satanlar olması bundandır. Kimi işyerindeki arkadaşlarının resmini asar, kovsalar gitmez o işyerinden. Teknolojik gelişime uygun olarak internetteki sohbet odası arkadaşlarının resmini asmak yeni gelişen bir olgu. Bir sürü sohbet odası ağırlıklı olarak eş aramaya yarıyordu, icq, msn, facebook, itiraf.com gibi sanal ortamlar da kabile oluşturuyor, gördüğü ilgi de genetik şifrenin getirdiği arayışın sonucu. Uç örnekler verirsek, bebekken ormana bırakılıp, kurtlar tarafından büyütülen çocukların kabile diye kurtları gördüğü kesin, bulunduktan ve “medeniyete alıştırıldıktan” sonra kurt resimlerini indiriyor, insanları kabilesi olarak görüyorlar. Yavruyken sürüsünden ayrılıp ehlileştirilen, evde beslenen köpeklerin kendilerini insan sanması, onlarda da çerçreveli odalar olmasından. Sahibinin resmini sürüsünün yani kabilesinin lideri çerçevesine asıyor, ev halkını kabilesi olarak görüyor, evin çocuklarıyla yer kapma kavgası veriyor, kendine gazete getirmeyi görev ediniyor. Çirkin ördek yavrusu masalında ördek yumurtaları arasında karışan bir kuğu yumurtasından çıkan “çirkin” yavru ördek ailesince dışlanır, sonra kendi ailesini bulur falan filan. Bazı kuşlarsa yumurtalarını hep başka kuşların yuvalarına bırakırlar, yavru çıkınca diğer kuş kendinin sanarak büyütür. Böyle davranılması normal, mantıklı, gerekli, zaten genetik şifrenin emri de bu.

resim2

Danimarka’da konut yerleşimi “kabileler” oluşturmuş.. 

Lider

Liderim” çerçevesi, kabilenin sürü psikolojisini benimsemesi için gerekli. Herkes aynı davranışı göstermeli ki, kabile birlikte hareket edebilsin, güç oluştursun. Liderlik davranış kalıplarına uygun davranan, güç gösteren, emreden biri varsa itaat etmek isteyen birileri de çıkıyor hemen. Nokta dergisinin “Eminönü uygulaması” çok konuşulmuştu. İstanbul’un göbeğinde insanları çevirip bir sürü manasız emir vermişlerdi, kimine “şu duvarı tut düşmesin” bile demişlerdi, her denilen de yapmıştı. Emir almak genetik şifrenin gereği. Genetik şifrede yazılı liderlik davranışlarını gösteren güçlü, akıllı, emreden kişinin resmi kolayca çerçeveye asılıyor. Böyle davranan iki kişi çıkarsa kapışıyorlar, kazananın resmi asılıyor. Kabile yaşamı kalmadığından, herkes başka kabile seçtiğinden, “liderim” çerçevesi de modern yaşamda sorun yaratıyor. Kişi yakın çevresinde liderlik davranışı gösteren birini buluyor ve çerçevesine yerleştiriyor. Patronunu, müdürünü, dernek başkanını, kulüp başkanını, askerdeki komutanını seçebiliyor. Liderlik davranışı gösteren, çerçeveye resmi asılmaya layık kimseyi göremezse, çerçevesi boş kalmasın diye uzaklardan, geçmişten bu vasıflara uygun birini buluyor. Ölmüş olsa bile fark etmiyor, önemli olan çerçeveyi iyi doldurması. Hayatta olan parti lideri yetersiz bulunuyorsa, hayatta olmayan Atatürk veya Che gibi bir liderin veya Hz. İsa, Hz. Muhammed gibi bir peygamberin resmi o çerçeveyi daha iyi doldurabiliyor. Bir kez asınca da hararetle doğru liderin o olduğunu savunuyor. Çok küçük bir azınlıksa lider geni taşıyor, çerçevesine kendi resmini asıyor, kendisinden başka kimsenin otoritesini kabul etmiyor, kendinden üçüncü şahıs gibi bahsediyor. Çocukken bile annesinin babasının sözünü dinlemez onlar. Eninde sonunda bir gruba lider olur. “Baş ol da soğan başı ol” deyişi buradan çıkmış olmalı.

Adam

Liderin emredeceği adamları olur. Doğal bir şekilde onlardan ister, emreder, üzerlerinde her türlü hakka sahip olduğuna inanır ve öyle davranır. Onları arkadaş değil araç diye görür, ölüme bile gönderse adamı için üzülmez, bir adamı eksildi diye üzülür. Herkeste mutlaka liderlik genleri olmaz ama, liderlik geni olup da liderlik konumunda olmayanlar da bu çerçeveye birilerinin resimlerini asarlar. Çocuk annesine emreder, erkek karısına emreder, oyunda arkadaşlarına emreder. Bu çerçevenin varlığını ve asılan resiml, kişinin davranışlarından anlaşılır. Adamına değer vermeden, adam yerine koymadan, sadece talepte bulunur.

Öğretmen

Öğretmenim” çerçevesi yaban yaşamında çok yararlı olmuş olmalı. İçinde yaşanılan koşullara bağlı olarak avlanmak, savaşmak, beslenmek gibi bir sürü şeyi öğrenmek gerekiyordu. Eğitim kabilenin sorumluluğu, çocuklar birlikte büyütülüyor. Eğitim görevini yetişkinler üstleniyor. Her çocuğun genetik şifresinde de kendine bir öğretmen seçmesi yazıyor. Kendimize seçtiğimiz öğretmenin ağzından çıkanı kapıyoruz, kaydediyoruz, önemli buluyoruz, öğreniyoruz. Okulda bazı öğretmenleri benimseriz, o dersi iyi anlarız, kolay öğreniriz, hatta meslek olarak seçeriz. Öğretmenim demediğimiz birinin dediklerini uygulamaya ise tepki gösteririz. Pedagojik formasyon bir ölçüde öğretmenlerin genel kabul gören davranış kalıplarını öğretir ama, işin özüne inmediğinden her öğretmen kendini öğrencilerine kabul ettiremez. Bazen de insanın karşısına bu davranış kalıplarını gösteren camide, kilisede, televizyonda biri çıkar, onun peşine takılır, “mürşit” bilir, dediklerini doğru varsayar. Atatürk kendi devrindeki insanların inanışları kullananların peşine takıldığını, abuk sabuk şeyler yaptığnı görünce “en hakiki mürşit ilimdir” demiş ama, malesef kitaplarda yazan ilim, kanlı canlı, genetik şifreyi tetikleyen davranışları gösteren öğretmenlerin yerini tutmuyor.

 Dost

Dostum” çerçevesi de yabani dönemden kalma olmalı. Çocukları kabile ortaklaşa büyütüp yetiştirir, ergenlik töreninden sonra avcılara katılırlardı. Aynı yaş grupları birlikte büyür, oynarken, ileride sürecek dayanışma dostları da seçilirdi. Mantıklı bir gereksinim, faydalı bir tedbir. Genetik şifre de buna yönelik olsa gerek. Dostum çerçevesine resmi asılan kişiye veya kişilere güveniriz, onu koruruz. Pratik ihtiyaç belki sadece polis devriyesinde, dalgıçlarda kaldı, ama çerçeve boş kalmasın diye insan kendine güvenebileceği insanlar arıyor. Kimi poker grubunda, kimi tenis partnerinde, kimi yürüyüş arkadaşında buluyor, bulamazsa yalnızlık çekiyor, mutsuz oluyor. Dostum çerçevesine az sayıda resim sığabiliyor. Dostun tanımında da az olması yer alıyor, fazla olursa ona arkadaş deniyor.

Birinin resmini “dostum” yazan çerçeveden çıkarıp “düşmanm” yazan çerçeveye asarsak ona karşı duygularımız anında dönebilir. Bunda da şaşacak şey yok, asmak da, indirmek de insanın elinde. Birbirleriyle kanlı bıçaklı olan akrabalar, komşular, arkadaşlar çok var. Bir kez duygular değişmişse, eski arkadaşlığın hatırı falan kalmıyor.

Rakipler

Rakipler de bilinmeli, tanınmalı, önlem alınmalı, savaşılmalı. Üç odada üç farklı rakip çerçevesi buluyoruz. “Yaşamsal rakiplerim” çerçevesine yaşamsal kaynaklarımızı tehdit eden, yemeğimizi, varlıklarımızı almak isteyenleri asıyoruz. İşyerinde koltuğumuza göz dikeni, ticarette paramızı almak isteyeni böyle tanımlıyoruz. “Üremedeki rakiplerim” çerçevesi kendimize seçtiğimiz eşe göz dikenleri kapsıyor. Bunlarla savaşmak, seçtiğimiz eşten uzak tutmak gerek. “Kabiledeki rakiplerim” çerçevesi ise, kabilemizde elde etmek istediğimiz pozisyondan bizi alıkoyanları kapsıyor. Bizim görevimizi elimizden almak isteyen, bizim liderliğimizi tehdit edenler bu çerçeveye asılıyor. Sıklıkla resimleri oradan kaldırıp buraya asarız. Çok iyi arkadaşların resimleri bir anda rakip çerçevesine asılabilir. Yakın arkadaşların aynı kişiye cinsel ilgi duyduklarında bir tercih yapmaları gerekir, bazen “eşim” çerçevesinden o kişinin resmi çıkarılır, “dünya ahret bacımsın”der, bazen de en yakın arkadaşın resmi üremedeki rakip çerçevesine asılır, “bunu yapmak delikanlılığa sığar mı” diye sitem eder. Duyguların bir anda dönüvermesi çerçeveli odalarda çok normal.

Düşman

Kabilemizin düşmanları” çerçevesi, kaynaklarımıza göz dikenleri tanımamızı sağlıyor. Yaban yaşamda yakınlarda yaşayan bir başka insan topluluğu bizim bölgemize girip avlarımızı avlıyor, yemişlerimizi topluyorsa, bu savaş gerektirir. Onları tanımalı, hep birlikte savaşmalıyız. Düşman çerçevesi onun için önemli yani aydınlatılmış, gözümüz çevremizde düşmanlarımızı arıyor. Modern yaşamda düşmanını arayan insan, sıklıkla rakip takımın taraftarlarının resmini asıyor. Bizim kültürümüzde yerine, zamanına göre haçlılar, bizanslılar, yunanlılar, kürtler, ermeniler bu çerçeveye konmuş. Batı dünyasında barbar türkler, terörist müslümanlar topluca düşman ilan edilmiş. Hristiyan alemi yahudilerle, araplarla uğraştığı kadar, kendi içinde katoliklerle, protestanlarla, anglikanlarla da savaşmış. Afrikada da köleci beyazların devri bitti, hutularla tutsiler birbirini kırdı. Bu davranışın mantıkla, zarar vermeyle, kaynakları paylaşmayla alakası yok, düşman arıyoruz. Bulamazsak halının altına bakıyoruz, komplo teorileri üretiyoruz, duyduklarımıza hemen inanıyoruz, çünkü genetik şifremiz bizi uyarıyor.

Beklenti

Benden beklenenler” çerçevesi kabilenin kurallarını ve insandan beklentilerini içeriyor. Kabilenin örf ve adetleri olabildiği gibi, görev dağılımı gereği her bireyden ayrı ayrı şeyleri beklemesi de söz konusu olabilir. İnsan üzerindeki en büyük baskı, beklenti baskısıdır. Çünkü böyle bir çerçevemiz var ve bunu doldurma eğilimindeyiz. Eğer kabilemiz olarak gördüğümüz insanların bir beklentisini hissedersek, bunu ilgili çerçeveye asıyoruz ve bu artık bizim için kesin bir emir oluyor.

Kabilenin kuralları

İnsanı etkilemek mümkün. TOPLUM odasındaki “kabilem” çerçevesinde resmi asılı insanların öngördüğü ve uyduğu kuralları hemen “kurallarım” çerçevesine koyar. Yaban yaşamının tek kuralı yok. Ormanda yaşayan yılana, kırda yaşayan kurda, mağarada yaşayan ayıya dikkat edecek. Onun için kafamızda çerçeve var ama resim yok. Ortamın koşullarına göre kural belirliyoruz. Çerçevemiz boş kalmasın diye “kural ne” diye bakınıyoruz, aranıyoruz, etrafımız neye inanıyorsa çoğumuz düşünmeden uyguluyoruz. Bu durumda batıl itikatlar mantıksız inanışlar değil, genetik şifrenin gereği oluyor. Daha ileri giderek, kural yoksa da gözlemlerimizden kural uyduruyoruz.

  • Çubuklu formayla maç seyrettiğinde takımı kazandı diye her televizyon başına maçı seyretmeye oturunca hep aynı terli formayı giyen taraftarın davranışı da mantıksız değil. Kendince çok önemli bir konuda, “savaş taktiği” konusunda kuralı bulduğuna inanıyor ve uyguluyor.
  • Şempanzelerle yapılan araştırmada, kafesin üzerindeki bir delikten düzensiz aralıklarla muz atılmış. Maymunlar ne yapınca muz geldiğine kendilerince anlamlar verip o yaptıklarını tekrarlamaya başlamışlar. Bir süre sonra durma, dönme, bakma, el oynatma gibi arka arkaya tekrarlanan 16 hareketi “uğur” diye yapmaya başlamışlar. Yani batıl itikat saçmalığı insana özgü değil, saçma değil, işe yarama ihtimali olan davranış kalıpları.

Uyacağım kurallar” çerçevesine kabilenin kuralları asılıyor. Onun için herkes duruma uygun bir kural arama eğiliminde. Kuralların yazılı olması gerekmiyor, zaten kafalara yazılacağı çerçeveleri var. Sorun, herkesin farklı kabile seçtiği için farklı kurallara uymayı tercih etmesi.

  • Kabilesi müslümanlar olan, şeriatın geçerli olması gerektiğine içten inanıyor.
  • Kabilesi aşireti olansa kan davasının hak olduğundan emin görünüyor.
  • Kabilesi taraftar kitlesi olan, rakip takım taraftarı küfür ettiğinde onu dövmeyi hak olarak görüyor.
  • Kabilesi iş çevresi olan, her türlü yasa dışı ticari davranışını “kanunsuzluk yaptım ama namussuzluk yapmadım” diye açıklıyor.
  • Afrika’daki Hutu’lar karşı kabileden yüzbinlerce insana “hangi kolunu keseceğimizi sen seç, uzat kolunu” dediklerinde yasal hüküm giymiş suçlunun cezasını verecek cellat kadar haklı hissediyorlardı kendilerini.

Devletlerin yasaları, insan hakları, medeniyet kuralları hep kağıt üzerinde kalıyor. Hemen tüm devletler ve Birleşmiş Milletler Örgütü olabildiğince ortak akıl ve herkesin haklarını koruma amacıyla kurallar koyuyor. Ama bir devletin tüm vatandaşları insanlara “kabilem” demek için fazla kalabalık ve karışık geliyor. Yabani dönemden kalan “kabilem” çerçevesi, yüzlerini hatırlayabileceğimiz, ortak özellik gösteren, birlikte yaşayan bir grubu içermek üzere tasarlanmış. O nedenle “kabilem” çerçevesine genellikle daha küçük alt grupların resimleri asılıyor. Kurallar da onların alışkanlıklarını, çıkarlarını, beklentilerini yansıtan örf ve adetler oluyor. Bu kurallar ise devletin kuralları ile her zaman örtüşmüyor. Ülkemizde de bunun birçok örneğini sürekli görüyoruz, okuyoruz.

Sırlar

Sırlarımız” çerçevesi, başka kabilelerden saklanan gizli bilgiler için tasarlanmış. Mutlaka her kabilenin varlıklarını sakladığı, yiyecek veya su bulduğu, afişe olmasını istemediği törenlerini yaptığı bir takım gizli bilgileri olmalı ki, “sırlarımız” çerçevesi var. Bit takım bilgiler sadece kabile üyeleri ile paylaşılmalı. Kabilesi veya sırrı olmayan kendini boşlukta hisseder. Sırrını kabilesine açamayan da kendini kötü hisseder. Çünkü sırlar olmalı ve kabile ile paylaşılmalı. Midas’ın berberinin sırrını anlatmak için yanıp tutuşması, insanlara anlatamayınca sazlıklara fısıldaması bundan olsa gerek. Belki dedikodunun da  bu kadar popüler olmasının nedeni budur.

Sembol

Sembollerimiz” çerçevesine, kabile mensuplarının ortak değerlerini oluşturan semboller yerleştiriliyor. Birbirini tanımaya yönelik olsa gerek. İnsan topluluklarının bayraklar altında toplanması, el işaretleri, logo yapmaya bu kadar meraklı olması, “bayrak için ölünür” inancının her toplumda bu kadar yaygınlaşması bundandır.