Yiyecek
“Yiyeceğim” çerçevesi kişinin sağlıklı besleneceği gıdaları kafasına yazmasını sağlıyor. Adana’lı kebap yemeden doydum demiyor, yeşillikleri masanın süsü olarak görüyor. Girit’li için o yeşillikler ana yemek oluyor. Kırsaldan sahile göçenler bedava balık yemiyor, koyun keçi besliyor. Türk insanı ekmeksiz doymuyor, milli yiyeceği kuru fasulye. Fransız, yemekte şarap içmezse yemekten zevk almıyor. Alman bira içmeden duramıyor, biraya “sıvı ekmek” diyor. Norveç’li kahvaltıda çiğ balık yiyor. Amazon yerlisi besili tırtılı temel protein kaynağı olarak afiyetle yiyor. Et bulamayan Afrika’lı topraktan çıkardığı kökleri yiyor.
Yakın zamanda Türkiye’de yaşadığımız sütlü tatlıcı zincir patlaması, aslında çocukken annesinin, ninesinin sütlacını, muhallebisini “yiyeceğim” çerçevesine asanların yarattığı patlamaydı. Pideci, pilavcı, çöp şişçi gibi basit dükkanların önünde lüks arabaların durması da bundan. Fakirken sevdiği yemeğin resmini “yiyeceğim” çerçevesine asan, zenginken de aynısını istiyor. Muhtemelen sonradan tanıdığı sushi, havyar, şarap gibi yiyecekleri de seviyor ama, onları “havalı şeyler” gibi başka bir çerçeveye asıyor.
Bölge
“Bölgem” çerçevesi, yaban yaşamında çok önemliydi. Yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşıladığımız bölgenin kaynaklarını korumak zorundaydık. Ürünlerini yediğimiz bitkilere onları yemek isteyen hayvanları sokmadığımız gibi, başka insanları da yaklaştırmamalıyız, yoksa aç kalırız. Kabile halinde yaşıyorsak hepimize yeten bölgeyi birlikte koruruz, başka kabileleri yaklaştırmayız. Kabile kalabalıklaştığında kendi çocuğumuz demez, kaynaklar yetmeyeceği için bölgemizden çıkarırız. Eski yunan kolonileri, bölgeye fazla gelen insanların belli aralıklarla gemiye doluşup denize açılmasıyla kurulmuştur. Bölge sürekli aynı yerde kalmaya bile yetmeyecek kadar verimsizse, çaresi göçerek yaşamaktır. Orta Asya’da durum böyleydi, biz Türkler o zamandan göçmeye alışmışız, çadırda yaşamış, at üstünde uyumuş, pastırmamızı güneşte kurutup eğerin altında bastırmışız. İstanbul’u alıp Bizans sarayına yerleşen padişahlar, basit bir taş bina yapıp, içine şaşaalı bir tören çadırı kurmuşlar. Ama göçerlerde de bölge kavramı vardır. Sürekli göçerek yaşamını sürdürdükleri yere bir başka kabile gelirse savaş çıkar. Dağ köyleri otlak kavgası yüzünden birbirini vurur, kan davası güderler. Modern çağda şehirlerde bölgeden geçinme kaygısı kalmadı, eti kasaptan alıyoruz, koruyacak bölgemiz yok, ama çerçevemiz yerinde duruyor ve bu kadar önemli bir çerçeve boş kalamaz. Arabamızı park ettiğimiz yerin resmini “bölgem” çerçevesine asmışsak, arabasını park yerimize bırakanın vay haline. Genetik şifremiz gereği çılgına döneriz, savaş ilan ederiz, antenini kırarız, kapısını çizeriz. TOPLUM odasındaki “kurallarım” çerçevesinde kabile üyelerine nazik davranmak yazıyor, komşumuza da nazik davranmamız bekleniyor, ama BİREY odasındaki “bölgem” dediğimiz yere girmeye kalkanı düşman sayıyoruz. Yani komşunun arabasının sileceğini kaldırmak, antenini kıvırmak biraz yabani bir davranış ama mantıksız değil. Tersine, her davranışta aynı mantığı aramak mantıksız.
Sığınak
“Sığınağım” çerçevesi, “yuvam” dan farklı bir yer. Zaman zaman tehlike olduğunda saklanılacak kuytu yerler için tasarlanmış. Bütün hayvanların yuvasının dışında bir sürü sığınakları var ve gerektiğinde kullanmak için akıllarının sağlam bir köşesine yazmak zorundalar. Çocukların saklandıkları karyola altları, dolaplar büyüyünce kalmyor. Kafada çerçevesi varsa, bazen bir bar, bazen bir kayanın tepesi o çerçeveye asılıyor. İnsan kendini orada güvende hissediyor, stres bastığında oraya kaçıyor.
Tehlike
“Tehlike” çerçevesi, içinde yaşanılan ortama bağlı olarak bir takım görüntülerle dolduruluyor. Ormanda yaşayan için vahşi hayvanların görüntüsü, sesi, otların çıtırtısı, dağlarda yaşayan için yüksekten düşme, denizden yaşayan için suyun altında havasız kalma veyırtıcı balıkların görüntüsü tehlikeyi anlatıyor. Beynimizde amygdala denilen çifte organda bir takım tehlike görüntüleri zaten hazır yüklenmiş şekilde geliyor. Gözden gelen sinirler önce oraya uğruyor, ani bir refleks göstermek gerekiyorsa hemen uygulamaya konuyor, tehlike görülmemişse uyarı beyne gidiyor ve işlem görüyor.